onbeş…yirmi…
614
post-template-default,single,single-post,postid-614,single-format-standard,bridge-core-2.1.2,qode-news-3.0,translatepress-tr_TR,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,qode_grid_1300,side_area_uncovered_from_content,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-19.9,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,disabled_footer_bottom,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-6.1,vc_responsive,elementor-default,elementor-kit-219

onbeş…yirmi…

Çok konuştum.

Yazmak farz oldu.

‘Sevginin ve Şiddetin Kaynağı’ kitabında şöyle diyor Erich Fromm;

“Yaşam sevgisinin gelişebilmesi bir şey ‘yapma’ özgürlüğüne bağlıdır. Yaratma ve kurma özgürlüğü, yanılma ve göze alabilme özgürlüğü. Böyle bir özgürlüğü tatmak için etkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir; tutsak ya da çarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey değil.”

Sayfaları karıştırdığınızda karşınıza şu cümle çıkar;

“Yaratamayan bir insan, yok etmek ister, yok ederken salt bir yaratık olma rolünün ötesine geçer.” 

Etrafıma baktığımda en fazla gözüme ilişen şeyin sevgisizlik olduğunu söylemek zorundayım.

En açık seçik düşmanca olanından, en farkedilmemiş olanına kadar geniş bir yelpazesi var bu sevgisizlik illetinin.

Kendime bakıyorum.

Ne duygusal bir yıkım içindeyim ne de karamsarım.

Annem 56 yaşında hayatını yitirmiş.

Allah rahmet eylesin.

Babam 92 yaşında hayatını yitirmiş.

Allah rahmet eylesin.

Hayatın bana verdiklerinden öte, kaderin bize gösterdiği bir gerçeği de yaşıyorum.

Genetik.

Felek acaba bana ne kadar zaman biçmiş olabilir ki?

Sonra düşünüyorum.

Her günüm bir yaz mevsiminin o güzel güneşli gününü düşleyerek geçmiş.

Yozlaşmış kot kafalının ‘ne için çalışıyoruz ki tatil için’ düşüncesinden öte birşey bu.

Bana ait.

Çocukluk hatıralarım Akdeniz’in sularıyla harmanlanmış… Islak ve tuzlu.

Güneşe, denize hasretim var benim.

Kendime bakıyorum.

Sevginin mandalina gibi dilim dilim bölünemeyeceğini, lütuf gibi egomuzu tatmin edenlere sadece sunulamayacağını anlayabilmem için illa saçlarımın dökülmesi mi gerekiyordu ?

Hmmm…

45 yaşımı tamamlamışım.

Daha ne güzel günler göreceğiz inşallah diyesim var.

Kalemi elime alıyorum.

Diyorum ki bir 15, hadi kendime kıyamadım, 20 yıl daha yaşasam ?

Hasretini çektiğim yaz mevsiminden toplam 20 adet kalmış.

20…

(yazıyla yirmi)

Ne duygusal bir yıkım içindeyim ne de karamsarım.

Vazgeçmek değil, aslen teslimiyet bu hesap.

Daha çok didişmekten vazgeçme hali.

Öte yandan, yedi milyar insanın yaşadığı bir dünyada dümbeleğin kıtlığına kıran girmediğine göre, bunlarla kozumuzu paylaşacak kadar ne zamanımız ne de enerjimiz olduğunu düşünüyorum.

Sanırım içimizden gelen sese kulak kabartabilecek cesaretimiz olsa, hepimiz kendimizi muhayyilemizin ürünü olan bu öcülerle boğuşmaya mahkum ettiğimizi en başından görecektik.

Zaman geçiyor.

Dolayısıyla, son yirmi yaz mevsimi için buraya kendime not düşüyorum ki unutmayayım.

Neşemi kaçıran herşeyden ve herkesten en kısa zamanda uzaklaşmalıyım.

Seçerek…

Hem ne demiş Queen,

‘Empty spaces what are we living for…’