Nesin ?
581
post-template-default,single,single-post,postid-581,single-format-standard,bridge-core-2.1.2,qode-news-3.0,translatepress-tr_TR,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,qode_grid_1300,side_area_uncovered_from_content,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-19.9,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,disabled_footer_bottom,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-6.1,vc_responsive,elementor-default,elementor-kit-219

Nesin ?

Anlam.

İfade edilen.

Anlaşılan.

Biçim ve kalıp dışında kalan öz.

Cisimle ilgili olmayan hal.

Yalnızca işaretlerin değil, aynı zamanda nesnelerin ve olayların işaret ettiği.

İnsanın yaşamına yön veren, yaşadığı olaylara kendince cevap vermesini sağlayan kavram.

İnsanın hayatını tutarlı hale getiren kaynak.

Anlam.

Dünya salgın çağını yaşarken, insanlar da garip şekillerde modern yaşamlarında yeni arayışlar içinde.

Acaba hayatın anlamı herkes için aynı mı ?

Birbirimizden patates ve yumurta kadar farklıyız.

Patatesi yumuşatan aynı kaynar su, yumurtayı sertleştiriyor. Ama bu içinde bulunduğumuz şartlar ile değil, bizim ne olduğumuz ile alakalı.

Bu analoji, sanılanın aksine, bir Türk reklamcı kafasına da ait değil.

Mel Robbins‘e ait.

Meraklısı inceleyebilir.

Patateslerimizi ve yumurtalarımızı kenara bırakalım.

Sorumuza dönelim.

E. D. Klemke bu soruya ‘Hayatın Anlamı‘ kitabında şöyle cevap veriyor.

‘Hayat herkes için aynı içeriğe sahip bir anlam taşımaz. Eğer hayatın bir anlamı varsa, bu insanların ona yükledikleridir, yoksa onun hazır olup donattığı bir şey değildir.’

E. D. Klemke ekliyor, ‘Anlam ile ilgili kanaatler, zaman ve ortam şartlarına göre de değişebilir.’

.- Nefis.

Ortalıkta ‘anlam’ ile ilgili ne kadar boş konuşan olduğunu anlamak için de aydınlatıcı.

Çağımızın feylesofu Cem Yılmaz üstadımın dediği gibi;

‘Guru Gürültü’

Hmmm.

Bu sabah, gezegenin her yerinden insanlar yataktan kalkıp işe gitmek için hazırlandı.

Banyoya gidip yüzünü yıkadı.

Kahvaltısını yaptı.

Dişini fırçaladı.

Ama çok azı gömleğini, ceketini giydi veya arabasına bindi.

Tam tersine, elinde çayı veya kahvesi, terliklerini giydi.

Salona, çalışma odasına, masasına geçti.

Bilgisayarını açtı.

İlk toplantısına kadar pijamalı olarak güne devam etti.

Toplantı saati geldi.

Üstüne şık bir şey giydi.

Altını boş verdi.

Bitmeyen toplantılar yapmışlar zaten.

‘Detox’ içeceği olarak evle işi bir mikserde  karıştırıp, ‘şifa niyetine’ önümüze koymuşlar.

Bilgisayarını açtın mı?

Orda mısın?

Sesimi duyuyor musun?

Görüntüm geliyor mu?

İnternetin kötü galiba?

Peh.

Artık hiçbir şey aynı çizgide kalmamız için yazılan kurumsal prosedürlere uygun değil.

.- Ne hamasi bir laf !

Başkalarına anlam aşılamak son derece zor.

Bu denklemde kaybolmak çok kolay.

Bu nedenle iş yerinde ‘Anlam’ın altı kolay doldurulamıyor.

Artık biz çalışanların, aynı yöne bakmaları için kurumun kendi amacını ve bu bağlama katkısını her zamankinden daha net anlaması gerekiyor.

Amacı yaymak ise motivasyonel konuşmalardan, gaz vermelerden, yüce konuşmalardan daha fazlasını istiyor.

Önüne ‘Sıfat’lar dizilmiş ‘Liderlik’ açık büfesinden hangisini beğenirseniz alın.

Şişirilmiş veya samimiyetsiz ise lafügüzaf.

Sorumuza geri dönelim.

Acaba hayatın anlamı herkes için aynı mı?

Anlam büyük bir kelime.

Düşünür ve yazar Ralph Waldo Emerson“Hayatın amacı mutlu olmak değil. Faydalı olmak, onurlu bir hayat yaşamak, şefkatli olmak, iyi yaşamanızı ve hayatınızın özünü size fark ettirmesini sağlamaktır.” diyor.

Kenara not edelim.

Devam edelim.

Nörolog ve psikiyatr Viktor Frankl, Nazi toplama kampı Auschwitz‘te üç yıl hayatta kaldı.

Yaşadı demiyorum.

Hayatta kaldı.

Korkunç ve uzun bir çile.

İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Freud’un ayak seslerini takip etti Viktor Frankl.

Viktor Frankl’ın kitabı ‘İnsanın Anlam Arayışı‘, korkunç sıkıntıların zemininde anlamın gerekliliğini tarifler, ona sarılır.

Yaşadıklarını okuduğunuzda her bir sayfa sıkıntıdır.

Ama sayfayı her çevirdiğimizde de ‘Sıkıntı’ ve ‘Stres’in anlam duygumuzu nasıl bozduğunu ve hayatımızdan nasıl hırsızlık yaptığını anlarız.

Bazen anlam arayışımız manasız gelir, zorlayıcıdır.

Kitabı bitirirsin.

Hayatta ve işte  anlam bulmak son derece inanılır hale gelir.

Meraklısı inceleyebilir.

Soyadı Kanunu, her Türk vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü getirdi.

21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş.

2 Temmuz 1934 günü Resmi Gazete’de yayımlanmış.

2 Ocak 1935′te yürürlüğe girmiş.

Falih Rıfkı Atay, YeniGün Gazetesi’nde 1941 yılında ‘Biz soyadlarımızı bir sabah, kravat takar gibi taktık’ diye yazıyor.

Resmi Gazete’de yayınlanan kural gereği aile reislerine  bir yıl içinde bir soyadı seçme zorunluluğu getiriliyor.

İpin ucu kaçırılmadan önce, bir nüfus müdürlüğü bir soyadını birden fazla kişiye vermemek adına yetkilendirilmiş.

Örneğin İstanbul’da 42 nüfus müdürlüğü varmış. Aynı soyadı İstanbul’da 42 kişi tarafından alınabileceği kuralı koyulmuş.

Torpil de geçmiyor.

O dönem Türkiye’nin Washington Büyük Elçisi, Türk diplomat ve devlet adamı, Mehmet Münir Bey, ailesinin tasavvufi geleneklerine göre ‘EREN’ soyadını istemiş, ancak 42 kişi kaptığı için bu soyadını, talebireddedilmiş, , ‘ERTEGÜN’ soyadını almış.

Kendisi müzik yapımcısı, iş adamı ve Atlantic Records’un kurucusu Ahmet ERTEGÜN‘ün babası.

Bakar mısınız?

Acele eden kazanıyor.

Soyadı Kanunu’nun yarattığı ortamın arkasında binlerce hikaye var.

Sonra bu sıkı tedbirler gevşetiliyor.

Sivri dilli Aziz Nesin‘in hikayesi bambaşka.

Aziz Nesin soyadını nasıl bulduğunu şöyle  anlatıyor.

‘1934 yılında soyadı kanunu ile birlikte insanların gizli aşağılık duyguları da ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘Eliaçık’, dünyanın en korkakları ‘Yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘Çalışkan’ soyadını aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana böbürleneceğim bir soyadı kalmadı. Kendime ‘NESİN’ soyadını aldım. Herkes ‘NESİN’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.’

Üstad kendine bir ömür sorup durmuş.

Nesin ?