Hans adında bir at.
611
post-template-default,single,single-post,postid-611,single-format-standard,bridge-core-2.1.2,qode-news-3.0,translatepress-tr_TR,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,qode_grid_1300,side_area_uncovered_from_content,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-19.9,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,disabled_footer_bottom,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-6.1,vc_responsive,elementor-default,elementor-kit-219

Hans adında bir at.

1937 tarihli ‘Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı’ kitabında Dale Carneige; ‘İnsanlarla uğraşırken, mantığa dayanan canlılar ile uğraşmadığımızı unutmayalım. Aksine, duygusal canlılar ile uğraşıyoruz.’ diyor.

Duygular bulaşıcıdır.

Duyguları da birbirimize ‘virüs’ gibi bulaştırıyoruz.

Ruh hallerimizi etkiliyoruz.

Hem de nasıl…

Cayır cayır.

Peki çalışanların ‘ruh halinde’ kimin hükmü var?

Günümüzde iletişim, liderlik için olmazsa olmaz bir şart.

Çalışanların ruh halini de ‘Orta Kademe Yönetici’ belirliyor.

‘Yok canım, Lider o’ dediğinizi duyar gibiyim.

Evet, ‘Lider’ çalışanların duygularına etki ediyor.

Ama çalışanların ruh halini ‘Orta Kademe Yönetici’ belirliyor.

Neden mi?

Orta kademe yönetici ‘bağırsak’ gibi kurumun ikinci beynidir.

Kurumun ürettiklerini işlemenin çok ötesinde bir görev de üstlenir.

Özerk bir sinir sistemi gibi hareket edebilir.

Örneğin, İletişimi ‘küt’ diye tıkarsa, kararlar akmayabilir. İletişim gibi kritik bir konuda kurum zorluk çekebilir.

Ne kadar enteresan, ne kadar tanıdık değil mi ?

Dr. Megan Rossi şöyle diyor bağırsak sağlığı konusunda; ‘Vücudumuzdaki bütün organlardan farklı olarak bağırsak kendi başına faaliyet gösterebilir. Kendi kararlarını verebilme özerkliği vardır ve ne yapacağını söylemesi için beyine bazen ihtiyaç duymaz.

Hmmm…

Tıpkı bu tanım gibi, bazen lidere ihtiyaç bile duymadan ‘Orta Kademe Yönetici’ kurumun ruh halini de belirleyebilir. Çalışan bağlılığından, yeteneklerin elde tutulabilmesine kadar uzanan hatta ve hatta iç iletişimin kalitesine kadar bir yelpazede etki alanına sahip olabilir.

Kurum kültüründe farkı yaratan ‘Orta Kademe Yönetici’lerin aralarında konuşurken yaydıkları ‘ruh halleri’dir.

Bunu bir kenara yazalım.

Unutmayalım.

Açı değiştirelim.

Gioacchino Rossini (evet besteci olan) ‘Aşk, insanın kalbi için ne ifade ediyorsa, iştah da mide için aynı anlamı taşır. Mide, tutkularımızın oluşturduğu büyük orkestrayı yöneten şeftir’ demiş.

19. yüzyılın en parlak bestecisi, eserlerine yemekleri serpiştirmeyi ihmal etmemiş. Sinderella operasının ikinci perdesindeki bir arya, balık, soslar, pasta ve çöreklerle dolu. ‘Pirinç aryası’ olarak da anılan Tancredi operasından ‘Di Tanti Palpiti’ adlı aryayı, Rossini, risotto pişirirken bestelemiş.

Hayatı da imrenilmeyecek gibi değil, 38 yaşına dek şöhretin doruklarında geziniyor, sonra bir gün pat diye kendini emekliye ayırıyor. 76’sında hayata gözlerini kapayıncaya kadar hep en mükemmel yemekleri tadıyor, dostlarıyla paylaşıyor.

Üstada bak…

Gerçek yetenek bambaşka bir şey değil mi?

Taklitçi değil.

Beklentilere göre kendini şekillendirmiyor.

Bunu da bir kenara yazalım.

Bir açı daha değiştirelim.

Size bir atın hikayesini anlatacağım.

Evet bir ‘at’.

19. yüzyılda yaşayan William Von Osten sahip olduğu atın üstün zekalı olduğunu iddia ediyordu. ‘Zeki Hans’ (Clever Hans) ismini verdiği atı sorulan soruların neredeyse hepsine doğru cevap veriyordu.

Sorular da öyle basit sorular değil hani.

Hans, toplama, çıkarma, bölme gibi işlemler yapabiliyor, o günün saati veya tarihi sorulduğunda ön ayaklarını yere vurarak doğru cevapları verebiliyordu.

Hans’ın tahmin edeceğiniz üzere o dönemde şanı yürüdü. İnsanlar Hans’ı görebilmek için şehirlerden akın ettiler. Hans, bilim dünyasının da ilgisini çekti.

Yürüdü gitti yani.

Herkes bu işin arkasında farklı bir durum olduğunu düşünüyordu. Bilim insanları, incelemeler yaptı ama herhangi bir durum da bulunamadı. Çünkü, Von Osten dışında başkalarının sorduğu sorulara da doğru cevap veriyordu ‘Zeki Hans’…

Oskar Pfungst, bir psikolog, bir gariplik fark etti.

Hans gözlüklerini taktığında (evet at gözlüğü) ya da bir perdenin arkasından soru sorulduğunda cevap veremiyordu. Aslında Hans bir zeka belirtisi göstermiyor, bir hesaplama da yapmıyordu.

Durum şuydu.

Hans’cığım ‘vücut dilini’ inanılmaz bir doğrulukla okuyabiliyordu.

Aslında Hans zamanla, bir anlamda, iyi bir poker oyuncusuna dönüşmüştü. En ufak bir hareketi, en ufak bir mimiği okumayı da beceriyordu. Hans’a toplama işlemi sorduklarında Hans ayağını yere vurmaya başlıyor ve doğru cevaba geldiğinde, soruyu soranı okuyor, sonra duruyordu.

Soruyu soranı görmediği zaman doğru cevabı verememesinin sebebi de bu durumdu.

Hans’ın sahibi Von Osten 1909’da hayatını kaybettiğinde de efsanesi sona erdi.

Hans’ın durumunun tanımı Pygmalion Etkisi.

‘Kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle şu veya bu sebeple kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışları sergilemesi.’

Beklenti etkisi.

Açıklaması da bu.

Meraklısı inceleyebilir.

Bakış açımızı toplayalım.

‘Lider’ kurumun duygularına etki eder.

Kurum kültüründe farkı yaratan ‘Orta Kademe Yönetici’lerin aralarında konuşurken yayılan ‘ruh halleri’dir.

Jacques Bossuet 17. Yüzyılda şöyle demiş:

‘Zayıflıkların en büyüğü zayıf görünmekten korku duymaktır.’

Bütünlük önemlidir.

Söyleyeceklerim bu kadar.