Duyusal Uyum.
608
post-template-default,single,single-post,postid-608,single-format-standard,bridge-core-2.1.2,qode-news-3.0,translatepress-tr_TR,ajax_fade,page_not_loaded,,vertical_menu_enabled,qode-title-hidden,qode_grid_1300,side_area_uncovered_from_content,qode-content-sidebar-responsive,qode-theme-ver-19.9,qode-theme-bridge,disabled_footer_top,disabled_footer_bottom,qode_header_in_grid,wpb-js-composer js-comp-ver-6.1,vc_responsive,elementor-default,elementor-kit-219

Duyusal Uyum.

David Eagleman, ‘Incognito: Beynin Gizli Hayatı’ kitabında dağcı Eric Weihenmayer’den bahseder.

Weihenmayer, ender bir göz rahatsızlığı olan ‘Retinoskizis’e doğuştan yakalanmış, 13 yaşında görme yeteneğini kaybetmiş.

İnanılmaz bir hikayesi var.

2001 yılında Everest Dağı’na tırmanan ilk görme engelli dağcı oluyor.

2002 yılında ise, 7 kıtada 7 dağa çıkarak (Seven Summits), Dünya üzerinde bu 7 zirveyi gerçekleştiren 150 dağcıdan biri oluyor.

Tırmanışlarını 600 ufacık elektrottan oluşan ‘BrainPort’ adındaki küçük bir levha parçasını ağzında taşıyarak gerçekleştirmiş…

Bu küçük levha, yani ‘BrainPort, tırmanırken dili aracılığıyla görmesini sağlıyor.

Dil, normalde bir tat alma organı olduğu halde, taşıdığı nem ve oluşan kimyasal ortam, yüzeyine karıncalanma duygusu veren bu küçük levha yerleştirilince kusursuz bir ara yüzü haline gelmiş…

‘BrainPort’, gözümüzden çok beynimizle gördüğümüzün en basit kanıtı.

Weihenmayer gayret göstermiş, uyum sağlamış.

‘BrainPort’ sayesinde 7 kıtada, 7 dağda, 7 zirveye çıkmış.

Meraklısı inceleyebilir.

İnsanoğlu kendini bırakmaz, uyum sağlar.

Onun için alışmaya çalışmak diye bir şey yok, insanoğlu yaratmak zorunda.

Uyum demişken, farklı bir noktaya da daha bakalım.

İşten eve geliyorsunuz.

Ocakta pişen yemeğin kokusu eve sinmiş.

Eve ilk girdiğinizde, burnunuzun direği kırılıyor. Ne hikmetse bir süre sonra koku yok oluyor.

Sabah tıraş oluyorsunuz. Tıraş sonrası sürdüğünüz esans birkaç dakika dayanıyor, sonra kayboluyor.

Aslında orada.

Giydiğimiz elbisenin kumaşı teninize gün boyu dokunuyor.

Ama her an hissetmiyoruz.

Bu ‘Duyusal Uyum’ (Sensory Adaptation).

Duyu organlarının çevreye uyum sağlama yeteneği.

Sürekli olarak ve belli oranda uyarı alan duyu organı, eğer uyarıcının şiddetinde bir değişiklik olmazsa, duyarlılığını kaybediyor ve duyusal eşikte de yükselme oluyor.

-. eğer uyarıcının şiddetinde bir değişiklik olmazsa…

İletişim ve strateji için ne büyük bilgi.

Bugün altı veya yedi duyu organından bahsediliyor.

Göz, kulak, dil, deri, burun…

Beş.

Hareket algılamasını sağlayan eklem yerlerindeki ‘kinetik’ alıcılar, denge duyumu sağlayan iç kulaktaki yarım daire kanallarındaki alıcılar…

Altı, Yedi.

İnsanoğlu kendini bırakmaz, uyum sağlar.

Onun için alışmaya çalışmak diye bir şey yok, insanoğlu yaratmak zorunda.

Açı değiştirelim.

‘Lider’ de bir insanoğlu.

Sanılanın aksine ‘Lider’ binaların yüksek katlarında da oturmuyor.

Onu çevreleyen ‘Sahte’ kabuğu soymada yardımcı olan tek yetkinlik iletişim.

Ne zor cümle değil mi ?

Etkin iletişimin kötü bir huyu var.

‘Samimiyeti ve Gerçeği’ ortaya çıkarıyor.

‘Şabloncu’yu da ayrıştırıyor.

Yanaklarınızdaki ‘Müstehzi’ gülümsemeyi görür gibiyim.

Varlığına ister inanın ister inanmayın, ‘Koronavirüs Salgını’ yarattığı belirsizliği nedeniyle liderler açısından bir sınav niteliği taşıyor.

Kral, artık maskeli ve eldivenli değil.

Çıplak olabilir.

Ama daha bilmiyor, farkında değil.

Değişim ortamlarında ve baskı altında liderliğin önündeki sıfatlar da zaten değişmeye başlar.

İsteyerek değil de, gerçekten mecbur kalınca sıkı çaba göstermeye başlar.

Ne için ?

Paydaşları, en önemlisi çalışanları ile iletişim kurmak için.

Çünkü liderin kurduğu ‘iletişim’ onu paydaşlarına karşı konumlandırır.

Bazı kurumlarda olan da bu.

İyi hayat çabasız hayat değil artık, ‘Farkındalık’ yaşadığımız bugünlerde ‘Lider’ içinde lazım.

Yoksa kolay olan yolu; yavaştan, çaktırmadan, ‘Otokratik’ yolu seçer.

Yanaklardaki ‘Müstehzi’ gülümsemeyi görür gibiyim.

Alışmaya çalışmak diye bir şey yok, insanoğlu yaratmak zorunda.

Değil mi ?

Liderde öyle değil mi ?

Hmmm.

‘Fîhi Mâ Fîh’, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin sağlığında sohbetlerinden derlenerek meydana getirilmiş kitabın adı.

Meraklısı inceleyebilir.

Fîhi Mâ Fîh’.

‘Ne Varsa Onun İçinde Var’.

Sohbetlerinde şöyle bir duruma dem vuruyor;

“Kocaman bir fili, su içsin diye bir su kaynağına götürürler. Fil, kendini suda görür ve başka bir fil var sanarak korkar. Aslında kendinden ürker. Zulüm etmek, haset, hırs, insafsızlık, ululuk gibi bütün kötü huylar sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin.”

İnsanın yüreğinde ve aklında, gözümüzün karanlığa alıştığı gibi, duyusal uyumu var.

Alışıyor.

Neye layıksa.